Bir zamanlar masmavi denizlerden ne yakalayabilirse onu inkar etmeksizin yiyerek geçimini sağlayan çok fakir bir balıkçı yaşıyormuş. Balıkçı her gün, güneşin ilk ışıklarıyla beraber denize açılıyormuş. Günlerden bir gün balıkçı, her sabah olduğu gibi güneşin ilk ışıklarıyla beraber ağını umutla denize atmış. Bir vakit bekledikten sonra, ağının ağırlaştığını fark eden balıkçı heyecanla ağını çekmeye başlamış. Fakat ağ sandığından çok daha ağırmış. Balıkçı hevesle “hemen ağı çekmeliyim belki içinden çok fazla balık çıkar yarısını götürür pazarda satarım hiç değilse elime biraz para düşer" Diye sevinçle ağı teknesine almış.
Fakat balıkçının sevinci çok uzun sürmemiş, ağının içerisinden kocaman bir tekerlek çıkmış. Balıkçı üzülse de yılmamış ve ağı tekrar denize atmış. Bir süre geçtikten sonra, ağının tekrar ağırlaştığını fark etmiş. Balıkçıyı tekrardan büyük bir heyecan kaplamış. Ağ geçen seferden biraz daha ağır olsa da duyduğu heyecan ona kuvvet vermiş. Bin Bir güçlükle ağı tekneye çıkarmış. Fakat işler yine umduğu gibi gitmemiş. Bu sefer de ağın içerisinden araba parçaları ve birçok çöp çıkmış. Balıkçı burada insanların çöplerini bulunduğunu ve denize daha da açılması gerektiğini düşünmüş.
Bu düşüncesi üzerine teknesiyle denize biraz daha açılmış . Sonunda iki tepe arasında, insanlardan hayli uzak bir yere teknesini çekere ağını tekrar denize salmış. Bir süre bekledikten sonra ağının ağırlaştığını fark etmiş. Balıkçı içinden “bu sefer büyük bir balık yakaladım galiba.” Diye sevinçle ağı çekmiş. Ağı tekneye çıkarmış çıkarmasına da ağın içinden yine balık çıkmamış. Bir zamanlar tepelerden düşen kaya parçalarının ağa takıldığını fark etmiş. Balıkçı artık iyiden iyiye hüzünlenmiş. Fakat yine de büyük bir kararlılıkla “ pes etmek her zaman kaybetmekte. Asla vazgeçmeyeceğim.” Diyerek ağını denize doğru atmış. Bu balıkçının son şansıymış. Çünkü vakit epeyce geç olmuş ve eğer bu sefer de balık çıkmazsa balıkçı eve aç dönecekmiş. Bir süre sonra tekrar ağının ağırlaştığını fark etmiş. Balıkçı hemen iplere sarılmış.
Ama ağ öyle ağırlaşmış ki balıkçının ağı tekneye çekmesi imkansızmış. Ama balıkçı pes etmemiş. İtmiş, çekmiş, çabalamış, didinmiş ve en sonunda böyle olmayacağını anlamış. Kendini denize atarak, oradan ağı itmiş. En sonunda ağı tekneye çıkarmayı başarmış. Fakat ağın içerisinden sadece bir balık çıkmış. Balığın yanında bir de bakır ibrik çıkmış. Balıkçı yaşadığı hayal kırıklığının yanı sıra bakır ibrik biraz para eder diye düşünerek kendini teselli etmiş. Balıkçı bakır ibriği de alarak evinin yolunu tutmuş. Eve geldiğinde ibriği güzelce yıkamış, patlatmış ve artık satılmaya hazır bir hâle getirmiş. Fakat ibrik gerçekten çok ağırmış. Balıkçı ibriğin ağzını açar açmaz, masmavi bir duman belirmiş. Dumanın içerisinden belirli şekiller görünmeye başlamış. Duman git gide bir siluet halini almış. Balıkçının gözleri fal taşı gibi açılmış. Hem korkmuş hem de çok şaşırmış.
Balıkçı en sonunda ortada beliren kişinin bir cin olduğunu anlamış. Tam o esnada cin, gür sesiyle “ Beni hapsolduğum yerden çıkarmaya kim cüret etti?” Diye bağırmış. Cinin ağzı karanlık mağaralara benziyor, sesi ise yeri göğü inletiyordu . Balıkçı korkuyla adeta miyavlarcasına kendini belli etmiş. Cin balıkçının bulunduğu tarafa bakmış. “ O zaman ölmeye hazırlan!” Diye balıkçıya gürlemiş. Balıkçı cine bakarak “cinlerin iyi olduklarını düşünürdüm, ben seni bu küçük ve karanlık ibrikten kurtardım. Sen ise beni öldürerek mi ödüllendireceksin?” Cin bunun üzerine balıkçıya dönerek “yıllar önce kral Süleyman tarafından cezalandırılarak bu ibriğe tıkılarak denize atıldım. İlk zamanlarda kendime bir söz verdim. Beni serbest bırakana dünyadaki bütün altınları verecektim. Ama kurtaran olmadı.” Balıkçı bunun üzerine “ Vay be güzel bir av olurdu...” daha sonra cin konuşmaya devam etti. “Uzun zaman geçti, tam yüz yıl. Bu sefer beni kurtarana dünyanın bütün mücevher ve altınlarını verecektim.
Ama o kişi çok geç kaldı. Aradan iki yüz yıl geçti, kendime bir söz daha verdim. Beni buradan kurtaranı öyle öldüreceğim ki ölümünü kendisi seçecek. Beni sen kurtardın. Şimdi şöyle nasıl ölmek istersin?” Balıkçı Kendi kendine “Bu cinle dövüşecek kadar güçlü değilim, ama onu zekamla yenebilirim.” Diye söylenmiş. Balıkçı, cini tepeden tırnağa süzdükten sonra “Beni öldüreceğine ve bu ibrikten çıktığına inanmıyorum. Senin gibi iri cüsseli bir yaratık bu ibrikten asla çıkamaz." demiş. Cin bu sözler üzerine burnundan öfke soluyarak, yüzü ateşe benzer bir renk almış. Balıkçıya "Ben ibrikten duman olarak çıktım. Görmüyor musun?” Balıkçı, İbriği ve mantarı yerden alıp “ baksana senin baş parmağın bile giremez buna” cin bunun karşısında, istersem büyüyüp gökyüzünü kaplarım istersem de, senin eğilip iyice baktıktan sonra görebildiğin karıncaya dönüşürüm”. Demiş. Balıkçı kahkahalarla “Ben gördüğüme inanırım.” Demiş. Cinin kulaklarından, burnundan ateş çıkıyormuş ve buharlaşıp İbriğin içerisine girmiş.
Cin içeriden kükreyerek “şimdi inandın mi?” diye sormuş. Balıkçı cin girer girmez mantarı ibriği ucuna takmış. Kendiyle gurur duyarak “inandım ya hu...” deyip gülmüş. Cin içeriden yalvarmaya başlamış. Balıkçıya onu tekrar dışarıya çıkarmasını istemiş. Ama balıkçı ona aldırış etmeden “ bir yüz yıl daha bekler, seni oradan kurtaranı nasıl öldüreceğini düşünürsün.” Cin hâlâ yalvarıyormuş. Daha sonra cin ona “bak sana ömrünün sonuna kadar, yetecek servet bağışlarım. Yeter ki çıkar beni!” balıkçının kahkahaları birden kesilmiş. Balıkçı eğer cin bir daha ona rahatsızlık vermezse, onu oradan çıkarabileceğini söylemiş. Bunun üzerine cin ona sözler vermiş. Balıkçı biraz düşündükten sonra, mantarı ibriğin ucundan çıkararak cini tekrar özgür hayatına kavuşturmuş.
Cin ibrikten çıkar çıkmaz balıkçıya “şu gölü görüyor musun?” demiş. Elinin baş parmağıyla yemyeşil ormanın içindeki gölü göstererek. Fakat bir farklılık vardı. Göl mavi değil, gümüş renkliydi. Cin sözlerine devam etmiş. “ O gölü benden başka kimse bilmiyor. Tabii şimdi sen de öğrendin. Orası dünya var olduğundan beri orada ve hep benim gözetimimdeydi. Gölün içinde senin tutmaya çalıştığın balıklardan çok daha değerli balıklar var. O balıkları tut ve merhametli bir o kadar adaletli sultana götür. Sultan, ancak rüyanda görebileceğin kadar büyük bir serveti sana bağışlayacaktır.” Balıkçı cine minnettar olmuş. Balıkçı bir an bile durmadan ağını alıp doğruca göle gitmiş. Oraya varır varmaz ağını göle atmış. Hiç beklemeden balıklar ağa takılmış. Balıkları gören balıkçının ağzı açık kalmış.
Çünkü balıklar cinin anlattığından çok daha güzelmiş. Balıkçı balıkları alarak sultana götürmüş. Sultan bu eşi olmayan balıklar karşısında balıkçıya torunlarına miras bırakabilecek kadar altın, mücevher ve gümüşler vermiş. Balıkçı mutluluğuna mutluluk katmak için evlenmiş. Daha da mutlu bir hayat kurmuş. Balıkçının sevdiği ve en çok yapmak istediği şey ise çocuklarına ve torunlarına karşısına çıkan cini anlatmakmış. Daha sonra çocuklarının ve torunlarının gümüş renkli gölde avlanmaları için oraya götürmüş. Ancak gölü hiçbir yerde bulamamış. Sultanın ona verdiği serveti kullanarak ailesiyle beraber sonsuza dek mutlu bir yaşam sürmüşler.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir içeriğe yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.