Eski zamanların birinde bir Fars şahı varmış. Bu şah, eğlenceye çok düşkün farklı, etkileyici bahçelerde gezmeyi ve ormanların derinliklerinde her türlü avı yapmayı çok severmiş. Onun gözü gibi baktığı, yanından hiç ayırmadığı kendi elleriyle baktığı bir de şahini varmış. Ava çıktığı zaman çok sevdiği şahinini yanında götürürmüş. Boynundaki altın tastan su içirirmiş. Günlerden bir gün sarayının avlusunda otururken, kuşların bakımıyla ilgilenen görevli yanına gelip ona ava çıkmak için havanın çok güzel olduğunu ve dilerlerse ava gidebileceklerini bildirmiş.
Şah biraz düşündükten sonra, ava çıkmak için hazırlıklara başlamış. Her zamanki gibi çok sevdiği şahinini yanına alıp yola çıkmış. Değişik ve farklı yerleri sevdiğinden hiç gitmediği bir vadiye gitmiş. Ağlarını kurup beklemişler. Çok geçmeden ağlarına bir ceylan düşmüş. Bunu gören şah Ceylanın kaçmasına sebep olan kişiyi kendi elleriyle öldüreceğini söylemiş.
Sonra, onlardan ceylanı yanına getirmeleri emrini vermiş. Askerler ceylanın düşmüş olduğu ağı şaha doğru yaklaştırmışlar. Ceylan sanki şahın önündeki yeri öpmek istercesine durmuş. Şah, ceylanın yaptıklarını gördükten sonra ceylan korkutup yanından uzaklaştırmak için ellerini iki kez hızlıca çırpmış. Sesle irkilen ceylan, şahın yanından hızlıca koşmaya başlamış. Şah arkasına dönüp baktığında, askerlerinin birbirlerine bakıp göz kırptıklarını görmüş ve hemen vezirini yanına çağırıp;
“-Bu askerleri iyi eğitmiyor musun? Neden birbirlerine bakıp göz kırpıyorlar askerler hiç şahlarının yanında böyle yapar mı? “ diye gürlemiş.
Vezir de bunun üzerine şahına az önce ettiği yemini hatırlatmış. Askerlerin bunlara güldüğünü belirtmiş. Şah da;
“-Peki, neden hala buradalar? Ceylanın izini sürmeleri gerekmiyor mu? “ diyerek askerlerini ceylanın peşinden gitmelerini emretmiş. Şah ve askerler ormanda ceylanı aramaya koyulmuşlar. Bir süre sonra ceylanı ormanın derinliklerinde görmüşler.
Şahın şahini, ceylanın gözünü gagalayarak onu şaşırtmış. Şah ise elindeki oku fırlatıp ceylanın omzuna saplamış. Ceylan yere devrilmiş bir halde yatarken şah atından inip onun derisini yüzmüş. Şahın bulunduğu vadi çöllük bir alanmış. Bunun üzerine şah da atı da susamış. At yürüyemez hale gelmiş, bunu gören şah askerlerine;
“- Su bulun!’’ Emrini vermiş.
Askerlerden biri;
“-Şahım, Şahım!” diye seslenmiş. Şah arkasına dönünce bir ağacın kavuğundan koyu renkli bir suyun aktığını görmüş. Ellerinde yılan derisinden oldukça ihtişamlı olan eldivenleri ile, şahinin boynundan altın tası alıp onu ağacın kavuğundan akan koyu renkli su ile doldurmuş. Suyu çok sevdiği şahininin önüne koymuş. Fakat şahin tası pençesi ile itip içindeki suyu dökmüş. Şah yanlışlıkla olduğunu düşünüp, ikinci kez tası doldurmuş ve tekrar şahininin önüne koymuş. Şahin yaptığını tekrarlayarak tası pençesi ile devirmiş. Şah, şahinin bu yaptığına sinirlenmiş. Bu sefer, tası doldurarak atın içmesi için, atın önüne koymuş. Şahin bu sefer kanatlanıp atın önünde duran tası devirmiş. Bunun üzerine Şah;
“-Seni ahmak, bunca zamandır kendi elimle besleyip büyüttüm seni, karşılığı bu mu olacaktı?” diye bağırmış.
“- Benim içmeme izin vermedin, kendinde içmedin, atın içmesini de engelledin” diye sinirle bağırmış.
Sonra kılıcını yerinden çıkararak, öfke ile şahinin suyu ittiği her iki kanadını da kesmiş. Şahin acı içerisinde kıvranarak adeta Şah’a;
“Bak ağaçta ne var?” demek istemişçesine şaha bakmış. Şah önce kuşa aldırış etmemiş daha sonra veziri;
“-Şahım! Bakın ağacın üstünde bir yılan var!
Şahın askerleri de vezirin sözlerine eklemiş; ’’Bu su değil, ağacın üzerinde bulunan yılanın zehridir”.
Şah, vezirinin ve askerlerinin söyledikleri üzerine arkasını dönüp ağaca bakmış ve doğru söylediklerini anlamış. Daha sonra şah, çok sevdiği şahininin kanatlarını kestiğine bin pişman olmuş. Ancak iş işten çoktan geçmişti. Çünkü şahininin kanatlarını çoktan kesmişti. Yine de Şah, şahinini burada bırakamazdı. Şah, şahinini de, ceylanı da yanına alarak çaresiz bir biçimde atına binmiş ve sarayın yolunu tutmuş.
Sonunda saraya varmışlar. Şah vezirine ormanda avladığı ceylanı vererek aşçıdan güzel bir yemek pişirmesini söylemiştir. Daha sonra şahini ile beraber gidip tahtına oturmuş. Şah şahinine pişmanlıkla bakıyormuş çok geçmeden şahin bir kez hıçkırıp ölmüş. Şahininin öldüğünü gören şah hıçkırıklara boğulmuş. Çünkü hayatını kurtaran şahininin katili olmuştu. Ama artık her şey için çok geçti ve son pişmanlık hiçbir zaman işe yaramazdı…
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir içeriğe yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.