Unsur
İyilik ve sevgiyle kalpler yumuşar.
Yayınlanma Tarihi
7/14/2025
Üyelere Özel İçerikler Yolda
Kocaman Bi' Site, yalnızca kullanıcılar için özel olarak sunulacak yayınlara başlıyor! Hemen kayıt ol ve şimdiden yerini kap. Beta süreci yalnızca ilk 500 kullanıcı ile yapılacaktır.
Topluluğun Bir Parçası Ol!
Bir varmış bir yokmuş, çok eski zamanlarda, yeryüzünün en nadide, en huzurlu köşelerinden birinde, Mavera Diyarı adında büyülü bir ülke varmış. Bu diyarda neşe, sevgi ve hikmet hâkim imiş; insanlar, hayvanlar ve ruhani varlıklar hep birlikte uyum içinde yaşarlarmış. Efsanelere göre, bu diyarda her şeyin bir anlamı, her olayın derin bir hikmeti varmış. Yüzyıllardır söylenen sözlere göre, insanlara gerçek anlamda iyilik, nezaket ve yardımlaşmayı öğreten Kutsal Işık şelalesi varmış. İşte tam da bu şelalenin etrafında dönen olaylarda, iyilik ve sevginin gücü kendini gösterirmiş. Küçük yürekleriyle dünyayı güzelleştirmek isteyen çocukların, kalplerinin kapılarını ardına kadar açmalarını sağlayacak sırlarla dolu bu diyar, günlerin birinde gizemli bir olayın eşiğinde kalmış.
Masalımızın kahramanı, Cesurca kalpli ve yardımsever Mert adında bir çocukmuş. Mert, ne zaman yüreğindeki ışığı paylaştığı, çevresine sıcaklık ve umut dağıttığı söylenirmiş. Mert’in yaşadığı küçük köy, Mavera Diyarı’nın en sakin, en güvenli köşelerinden biriymiş, fakat köyün hemen ilerisinde, derin ormanların, ışıltılı derenin ve kutsal dağların yer aldığı büyülü güzellikler saklıymış. Zaman zaman köy halkı bu mistik diyarın sırlarını paylaşır, gençlere ve çocuklara yaşamlarında iz bırakacak dersler verirmiş.
Mert, annesinin ve yaşlı bilge Dede’nin anlattığı masallarda, yardımseverliğin, sabrın ve en önemlisi Allah’ın lütfu ve sevgisinin her daim yanında olduğunu öğrenmiş. Dede’nin mış mış anlattığı hikayeler, Mert’in aklında hep nazik kelimeler ve yürekten gelen dualarla yankılanırmış. Her gece uykuya dalmadan önce, Dede’nin dilinden dökülen 'Nezaket kalbi genişleten en büyük nimettir' sözü, Mert’in uykuya dalarken en çok aklında tutulan mısralardan biriymiş. Gönlünde taşıdığı o eşsiz inançla, Mert, insanlara ve doğaya karşı hep nazik davranmayı kendine ilke edinmiş.
Bir gün, Mert’in köyüne, uzak diyarların kuytusunda, bilinmezliğe doğru yol alan bir gezgin gelmiş. Gezgin, üzerinde eski kalem ve parşömenlerle süslenmiş, altın varaklı bir kitabe taşırmış. Gezgin, köy meydanında toplanan meraklı kalabalığa, Mavera Diyarı’nın kalbinde, iyiliğin ve sevginin kaynağının bulunduğu, kutsal Işık Şelalesi’nin sırrını anlatmaya başlamış. Dediğine göre, bu şelale, yürekten yapılan her iyiliği, Allah’ın rızasına ulaşacak bir sevgi ışığı haline getirirmiş. Hikayeye göre, kötü niyet ve kibirle dolu kalplerin etkisinde, ilahi lütuf bir kenara itilirmiş; bu yüzden, insanlar arasında dayanışma, yardımlaşma ve nazik olmanın önemi daima hatırlanmalıymış.
Mert, gezginin anlattıklarını büyük bir hayranlıkla dinlemiş ve içinde bir yerlerde, bu kutsal hazinenin izini sürmeye karar vermiş. Duyguların, inancın ve umudun harmanlandığı bu an, Mert’in ruhuna öyle derin işlemiş ki, o andan itibaren, kalbinde adeta kutsal bir görev belirmiş. Masalımızın başlangıcı, insanlara, iyiliğin, nezaketin ve inancın ne denli güçlü olduğunu, her şeyin Allah’ın izniyle mümkün olabileceğini anlatan, yürekleri ısıtan bir öykünün ilk kıvılcımı olmuş.
Köy halkı, o günden sonra her akşam, camilerinde ve evlerinde, Mert’in o ufak adımla başlattığı iyilik yolculuğunu anlatır, dualar eder ve Allah’ın merhametine sığınırlarmış. Böylece, Mavera Diyarı’nın her köşesi sevgi, hoşgörü ve dayanışma ile aydınlanırmış. Her ne kadar kötülük zaman zaman karanlık bulutlar gibi görünse de, iyiliğin, duaların ve Allah’ın sonsuz rahmetinin gücü her daim zafer kazanırmış.
İşte bu muhteşem diyar, güzel kalplerin ve inançlı ruhların buluştuğu, yepyeni bir maceranın kapılarını aralamış. Mert’in macerası, yalnızca onun değil, köyde yaşayan herkesin ortak umudu olmuş; iyilikle, dualarla ve sevgiyle dolu bir geleceğe doğru atılan ilk adım olarak yüreklerde yerini almış. Herkes, küçük yüreklerin büyük mucizelere vesile olabileceğini, Allah’ın rahmetinin sınır tanımadığını fısıldarmış.
Böylece, Mert’in yüreğindeki kutsal işaret, Mavera Diyarı’nda yepyeni, umut dolu bir öykünün başlangıcını müjdelemiş; iyiliğin, ihsanın ve maneviyatın her daim kalplerde yaşaması dileğiyle, göklerde parıldayan yıldızlar misali, bu masal da dilden dile dolaşmaya başlamış.
Yapay zeka destekli masal oluşturucumuzu denedin mi?
Hemen Test Et![]()
Mert, gezginin sözleri üzerine, kalbi sevgi ve inançla dolup taştığı bir akşamüstünde, maceranın izini sürmeye karar vermiş. Köyden ayrılıp, puslu orman yollarına adım attığı o günde, yüreğinde inancın sarsılmaz ışığını, Allah’ın merhametini simgeleyen duaları taşıdığı söylenirmiş. Yolun başında Mert, incecik yaprakların hışırtısıyla, rüzgarın şarkısıyla ve doğanın fısıltısıyla karşılaşmış. Ormanda ilerlerken, her adımda Allah’ın yarattığı güzelliklerin bir yansıması onu etkilemiş; ağaçlardan süzülen ışık huzmeleri, ona ilahi bir kudretin varlığını hissettirmiş.
Ormanın derinliklerine daldığında, Mert’in yolu, eski bir ceviz ağacının altında toplanmış, yaşlı ve bilge bir varlıkla kesişmiş. Bu varlık, mihriban yüzlü, gözlerinde insan sevgisi parıldayan Hüseyin Dede imiş. İnsanlar arasında kendine ‘cezbedici bilgelik’ olarak tanınırmış; ona, yollarını şaşıran, um, kaybolan her gönül derinliklerinden yardım diler, onun sözlerine kulak verirlermiş. Hüseyin Dede, Mert’i görünce, “Evlat, sen de iyiliğin ve inancın rehberi olmayı seçmişsin,” diyerek gülümsemiş ve ona eskilerden kalma ilahi hikmetleri aktarmaya başlamış.
Dede’nin sözlerine göre, doğa, Allah’ın büyüklüğünü anlatan sonsuz bir vaftiz gibiydi; her yaprak, her çiçek, her su damlası O’nun lütfunu simgelermiş. Celalini sunan kasvetli dağlar, yumuşak yamaçlar, masum kuşların cıvıltısı arasında, Mert’in ruhunda tarifsiz bir huzur oluşmuş. Bu huzur, içindeki iyilik tohumlarını daha da çiçeklendirmiş; çünkü her adımında, her nefesinde, kalbinde Allah’ın rahmetini hissetmiş.
Yolculuğu sırasında Mert, kendine eşsiz dostlar edinmiş. Ilgın adında, minnettarlık ve sevgiyle yoğrulmuş akıllı bir kızla tanışmış. Ilgın, insanlara ve doğaya duyduğu büyük hayranlıkla, yaşamın her anında Allah’ın varlığını hissettiğini, onun izni olmadan hiçbir mucizenin gerçekleşemeyeceğini anlatırmış. Birlikte yürüdükleri o patikada, onların küçük adımları büyük adımlara dönüşmüş. Çevrelerindeki tüm varlıklar, sanki bu iki yüreğin huzur dolu adımlarına itaat eder; ağaçlar, kuşlar ve yumuşak esen rüzgar, onların her adımını alkışlarmış.
İlerledikçe, karşılarına çıkan her engel, onların inancını pekiştiren bir ders gibiymiş. Mesela, geniş ve durmadan aktığı şelalelerin arasından geçerken, kayaların arasına sıkışan minik bir kuş yavrusunu görmüşler. O an, Mert ve Ilgın, minik yavruya yardım eli uzatmış, ona seslenmişler: ‘Allah’ın izniyle, her can cana değer!’ Kuş yavrusu kurtulunca, sanki gökten inen ilahi bir rahmet onların üzerinde yağmur gibi yağmış. Böylece, minik yaşanan bu olay, iki yürek arasında derin bir dostluğu pekiştirmiş.
Yolculukları sırasında, Mert ve Ilgın, eski bir çeşmenin yanında durmuşlar. Söylenenlere göre, bu çeşme, içenlere Allah’ın mübarek rahmetinin cömertliğini ve cömertliğin, iyiliğin sembolünü sunarmış. İçtikleri her yudum, kalplerinde yeni umut bahçelerinin açılmasına vesile olmuş; çünkü onların yaşadıkları, yalnızca maddi değil, ruhani zenginliklerle de doluymuş. Dede’nin anlattığı hikayelerde vurguladığı gibi, iyilik tohumları, eğer doğru yerlerde ekilirse, asırlar boyunca meyve vermiş. Mert ve Ilgın, her karşılaştıkları canlıya, her küçük varlığa sevgiyle yaklaşıp, Allah’ın kaderine teslim olmanın güzelliğini yaşamışlar.
Bu bölümde, Mert ve Ilgın’ın yaşadıkları maceralar, yüreklerinde kalıcı izler bırakmış; yolları boyunca karşılarına çıkan her deneme, onların inançlarını, sabırlarını ve iyiliklerini pekiştirmiş. Yolculukları, yalnızca bir coğrafyada değil, kalplerinde de ebedi izler bırakacak, Allah’ın engin merhametiyle aydınlanmış bir serüvene dönüşmüş. Her adımda, her selamlaşmada, her yardım eli uzatmada, dünya daha biraz aydınlanmış; kötülerin kalpleri yumuşamış, iyilikle dolu yürekler çoğalmış. Böylece, Mert ve Ilgın, yalnızca kendileri için değil, etraflarındaki herkes için bir umut ışığı olmuş, Allah’ın rahmetinin küçük mutluluklarla yaşam bulduğunu anlatan canlı örnekler haline gelmiş.
Ancak ormanın derinliklerinde, bu iyiliğe musallat olan, kalpleri karartan bazı karanlık niyetlerle dolu varlıklar da varmış. Bir zamanlar, iyilikten uzak, kibir ve nefretle yoğrulmuş olan o varlıklar, şimdi Mert ve Ilgın’ın göstermiş olduğu yardımlaşma ve dayanışma örnekleri önünde yumuşamaya başlamış. İşte böylece, yiğit yürekler arasında, iyiliğin ve inancın gücüyle, karanlığın bile yerini Allah’ın sonsuz rahmet ve lütfuna bıraktığı, unutulmaz bir macera başlamış.
![]()
Mert ve Ilgın, yolculuklarının ikinci aşamasına doğru ilerlerken, karşılarına yeni macera kapıları aralanmış. Ormanın derinliklerindeki sisli vadileri aşarken, onların yolunu, altın kaplamalı eski bir mabede yönlendiren işaretler belirmiş. Söylentilere göre, bu mabet, yıllar önce iyileşen, pişmanlık duyan ve Allah’ın rahmetine sığınan varlıkların sığınağıymış. Kahramanlarımız, önlerinde yatan bu kutsal mekanı keşfettiklerinde, kalplerinde yepyeni duygular yeşermiş; çünkü her adımda, her sapmada, Allah’ın rahmetinin sonsuzluğu, her işte görülen güzellik kendini göstermiş.
Mabetin kapısına yaklaştıklarında, eski zamanlardan gelen zarif bir kalemle yazılmış duvar yazıtları dikkatlerini çekmiş. Yazıtlar, insanlara dürüstlük, sabır, hoşgörü ve en önemlisi Allah’a olan bağlılıkları konusunda dersler verirmiş. Minik ellerin titrek kalemiyle not ettiği dualarla, Mert ve Ilgın, içerideki huzuru ve bilgeliği hissetmişler. Kapıdan içeri girdiklerinde, duvarlarda asılı eski hatimler, camilerde ezan sesini andıran melodiler duyuluyormuş gibiymiş. Mabedin koridorlarında, mistik bir atmosfer hakimmiş; her adım, Allah’ın büyüklüğünü, merhametini ve iyilik dolu varoluşunu anımsatırmış.
İçerde, bir zamanlar kendini günaha terk etmiş, tövbe etmiş varlıkların hikayeleriyle bezenmiş odalar bulunurmuş. Bu odalarda, insanların kalplerinde saklanmış pişmanlık ve af dileme duyguları, Allah’ın sonsuz bağışlamasıyla nasıl yeniden aydınlandığı anlatılırmış. Mert ve Ilgın, bu odaları gezerken, Allah’ın büyüklüğüne duydukları hayranlıkla dolup taşmış; her hikaye, kulaklarına huzur veren bir ninni misali, kalplerinde derin izler bırakmış.
Mabetin en kutsal köşesinde, yaşlı bir derviş oturmuş; yüzü, zamanın ve Allah’ın lütfunun izlerini taşır, bembeyaz sakalı ise hikmetin derinliklerini yansıtmış. Derviş, onlara göz kırparak, “Evlatlar, geçmişte yaptıklarınızın telafisi, Allah’ın rahmetine sığınan yüreklerde mevcuttur. Nezaket ve iyilik, her daim kalplerimize ışık yakar,” demiş. Bu sözler, Mert ve Ilgın’ın ruhlarında derin yankılar uyandırmış. Onlar, dervişin rehberliğinde o kutsal mekânda dua etmiş, Allah’a şükretmiş ve iyiliğin her daim kalplerinde yaşaması gerektiğini bir kez daha içselleştirmişler.
Mabetten ayrılırken, yanında götürdükleri yalnızca hatıralar değil, aynı zamanda Allah’ın rahmetine duydukları minnettarlık, sevgi ve nezaketin tohumları da olmuş. Yol boyunca, şelalelerin sesi, rüzgarın fısıltısı ve doğanın mücrref sesi, onların ruhunda yepyeni bir senfoni yaratmış. Bu senfonide, her notada Allah’ın yarattığı düzen, her melodi de kutsal yolların aynası gibiymiş.
Mert ve Ilgın, artık daha da güçlenmiş, inançları pekişmiş ve kalplerinde hiç sönmeyen bir ateşle, iyiliğin yayılmasına dair uğrunda mücadele ettikleri bir bilince ulaşmışlar. Her adım, her selamlaşma, her karşılaştıkları sıkıntıya rağmen, Allah’ın izniyle yaşanan her mucize, onların yüreklerinde unutulmaz bir güç oluşturmaya başlamış.
Ancak bu kutsal yolculuk, yalnızca sevinçten ibaret olmamış. Mabedin dışındaki orman yollarında, iyiliğe karşı meydan okuyan, kalpleri karartan bazı kötülük niyetli varlıklar da ortaya çıkmış. Bu varlıklar, eskiden kalplerinde taşıdıkları kibir ve nefretten dolayı, artık eski hataların ağırlığından ders çıkartamamışlar. Mert ve Ilgın, onlara karşı sabır ve merhametle yaklaşmayı, Allah’ın rahmetine sığınmayı öğretmeye çalışmışlar. Kaderlerini değiştirmek için gösterdikleri çaba, onların da kalplerinde bir kıvılcım oluşturmuş. Böylece, kötülüğe karşı gösterilen sabır, iyiliğin her işte ne kadar etkili olduğunun en gerçek kanıtı gibiymiş.
Bu bölümde, kutsal mabetin getirdiği manevi aydınlanma, öğrencilerin yüreğinde ebedi bir iz bırakmış; iyiliğin, sabrın, dayanışmanın ve Allah’ın sonsuz sevginin her daim var olabileceğini gösteren bir misal haline gelmiş. Mert ve Ilgın, artık yalnızca kendi hayatlarında değil, etraflarındaki her canın kalbinde iz bırakacak birer rehber olmuş. Her karşılaştıkları zorluk, onların Allah’ın izniyle yükselen inançlarını pekiştirmiş, her dua bir mucizeye dönüşmüş. Ve nihayet, o uzun ve çetin yoldan geçtiklerinden, iyiliğin zaferi, Allah’ın rahmetinin enginliği, her daim yüreklerde yankılanarak onlara yeni umutlar bahşetmiş.
![]()
Kutsal mabetin ardından, Mert ve Ilgın, yolculuklarına devam ederken daha büyük bir sınavla karşı karşıya kalmışlar. Önlerinde uzanan yol, sarp kayalıklarla kesilen, sislerin ardında gizlenen eski kalelerden, terkedilmiş saraylardan geçer gibiymiş. Bu esnada, karanlık güçlerin de varlık göstereceği, iyilik ile kötülük arasındaki ince çizginin derin sınavlarından biri başlamış. Herkesin dilinde dolaşan söylentilere göre, bu sarayda eskiden, Allah’ın rahmetine isyan eden, kibirli ve maksatlı kalplere sahip varlıklar hüküm sürermiş. Fakat, zamanla hatalarını telafi etmek isteyen, kendilerini tövbeye adamış kızıl saçlı bir prensesin hikayesi yayılarak, sarayda iyilik ışığının yeniden yanacağı müjdesi verilmiş.
Mert ve Ilgın, sarayın girişinde uzun, loş koridorlar boyunca ilerlerken, taş duvarların üzerine oyulmuş, ulu bir hikmetin izlerini taşıyan yazıtları okumuşlar. Yazıtlarda, ‘Her karanlığın ardında bir ışık gizlidir, her yürekte tövbe ve iyilik için yer vardır’ şeklindeki ifadelere rastlamışlar. Kalplerinde Allah’ın rahmetinin ve merhametinin sonsuzluğunu hissederek, sarayın derinliklerine doğru adım atmışlar.
Sarayın içinde, gecenin karanlığında bile parlayan, minnet ve umut dolu bir ışık varmışçasına bir atmosfer hakimmiş. Duvarda, yüzyıllar boyunca tövbenin meyvesi olarak Allah’ın affını simgeleyen yazılar yazılmış, her satırda, tövbenin ve iyiliğin ne denli yüce bir değer olduğu anlatılırmış. Bu atmosferin içinde, Mert ve Ilgın, kalplerinde yeni umutlar, yeni dualar ve yüreklerinde Allah’ın sevgisinin büyüklüğünü bir kez daha hissetmişler.
Gizemli sarayın en vadideki odasında, prenses Leyla adında kızıl saçlı, gözleri hüzün ve umut dolu bir genç kız yaşarmış. Leyla, bir zamanlar sarayın karanlık kalbinde yer alan, Allah’ın rahmetinden uzaklaşmış varlıkların arasında yetişmiş; fakat içindeki boşluğu, kendisine Allah’ın cömert merhameti ile doldurabilmenin umudunu taşımış. Günlerce süren yalnızlıklarla ve vicdan azabıyla mücadele ettikten sonra, Leyla, hatalarını kabul etmiş ve Allah’ın büyüklüğüne sığınmış. Böylece, inanç ve tövbe ile dolu yüreğini yeniden aydınlatmış, sarayın sisli duvarlarında iyilik ve merhamet temellerini yeniden atmaya başlamış.
Mert ve Ilgın, Leyla ile karşılaştıklarında, önceleri temkinli davranmışlar. Fakat Leyla’nın gözlerinde, o derin acıların ardında, içsel bir aydınlanmanın, Allah’ın rahmetine duyulan sarsılmaz hasretin parıltısını görmüşler. Leyla, gözleri dolu dolu, önceki günahlarının, pişmanlıklarının ve hatalarının Allah’ın affıyla temizleneceğine inandığını dile getirmiş. Mert, Leyla’ya ‘Her kalp, Allah’ın rahmetine açıktır, her gönül, iffet ve nezaketle arındırılabilir’ diyerek, ona destek olmuş. Bu karşılaşma, üç yüreğin de, iyiliğin, affın ve yeniden doğuşun sembolü haline gelmiş.
Sarayın geceleri, duaların ve Allah’a yönelişin simgesi olmuş; her karanlık köşede, iyilik tohumları filizlenmiş. Mert, Ilgın ve Leyla, bir araya gelip, sarayın içerisine dolan her olumsuzluğu, birbirlerine gösterdikleri sevgi, merhamet ve yardımlaşma ile bertaraf etmişler. Onlar, Allah’ın sonsuz rahmetinin izini her köşede hissetmiş, karanlık düştükçe, kalplerindeki iman ateşini daha da kuvvetlendirmişler.
Sarayın en yüksek kulesine çıktıklarında, oradan şehrin tüm ışıklarını, o eski zamanlardan beri dökülen duaları, Allah’ın rahmetine olan inancı izlercesine seyre dalmışlar. Her adımda, her nefeste, iyiliğin, sabrın ve Allah’ın kudretinin yankıları duyulmuş; bu yolda, kötülüğe karşı gösterilen sabır, iyiliğin en büyük zaferi olmuş.
Leyla’nın geçmişinde bıraktığı acılar, Mert ve Ilgın’ın yüreğinde yeşeren umutlarla birleşmiş; yeniden doğan bu üç yürek, kötülüğün gölgesini dağıtmış, iyiliğin ve Allah’ın rahmetinin ışığını tüm saraya yaymış. Böylece, sarayın duvarları bile, artık geçmişteki acıları değil, yeni doğan umutları ve iyiliği simgeleyen duvar resimlerine bürünmüş. Üç arkadaş, Allah’ın izniyle, karanlıkta bile asla umudun sönmediğini, her yüreğin Allah’ın lütfuyla yeniden doğabileceğini kanıtlamışlar.
Bu macera, sadece üç arkadaşın değil, sarayın ve orada yaşayan herkesin kalplerine işleyen, iyiliğin zaferini, affın ve tövbenin gücünü hatırlatan bir ders haline gelmiş. Kötülükle, karanlıkla mücadele ederken bile, Allah’ın rahmetine sığınmanın, sabırlı olmanın ve nezaketle hareket etmenin önemini bir kez daha ortaya koymuş. Mert, Ilgın ve Leyla, bu yolculukta birbirlerine olan inançlarıyla, ömür boyu sürecek bir dostluğun ve manevi bağlılığın temellerini atmışlar.
![]()
Masalımızın sonunda, Mert, Ilgın ve Leyla, Allah’ın rahmetinin ve merhametinin sınırlarını yüreklerine kazımış birer kahraman olarak, Mavera Diyarı’nın uçsuz bucaksız vadilerinde yolculuklarına devam etmişler. Her adımda, iyiliğin, nezaketin ve dayanışmanın ne denli hayati olduğunu bir kez daha anlamışlar. Köye döndüklerinde, yüreklerinde taşıdıkları manevi güç ve Allah’ın affını umuduyla, köy halkına ilahi hikmetleri anlatmış; her sözcükleri, her hikayeleri, insanlara kalbindeki sevginin, nezaketin ve yardımlaşmanın, en büyük ilahi nimet olduğunun hatırlatıcısı olmuş.
Köy meydanlarında, camilerde ve evlerde hep aynı ilahi dua yankılanmış: 'Ya Rabbi, kalplerimize iyilik, sabır ve merhamet bahşeyle, bizi senin yolunda aydınlat.' Mert, Ilgın ve Leyla’nin masalı, nesilden nesile aktarılmış; her duyulduğunda, çocukların yüreklerinde sevgi, huzur ve umut dolu bir ışık yandırmış.
Günler, aylar, yıllar geçtikçe, Mavera Diyarı’nın topraklarında kötülüğe karşı gösterilen iyilik, sabır ve en önemlisi Allah’ın rahmetine duyulan sarsılmaz inanç, yaşamın her alanında kendini göstermiş. Her mevsim, her fırtına, Allah’ın lütfuyla yumuşamış, ihsanın ve nezaketin büyüsü tüm dünyaya yayılmış. Böylece, masalın sonunda, iyilik dolu kalplerin, dua ve umutla yoğrulan yüreklerin gücü, her zaman kötülüğe galip gelmiş, iyiliğin asla sönmeyeceği, Allah’ın rahmetinin her daim canlı kalacağı mesajı herkese iletilmiş.
Mert, Ilgın ve Leyla, Allah’ın izniyle çıktıkları bu uzun yolculuğun sonunda, her birinin kalbinde tarifsiz bir sevgiyi, maneviyatı ve bilgelik ışığını barındırarak, yaşamın her alanında Allah’ın yolunu aydınlatacak rehberler olmuş. Böylece, masalımız, insanlara sevgi, saygı, sabır, dayanışma ve Allah’ın rahmetinin sınırsızlığını öğretmiş; her çocuk, her yetişkin, kalplerinde taşıdıkları bu ilahi değerlerin, dünyayı güzelleştirecek en güçlü kılavuzlar olduğunun farkına varmış.
Ve göklerde parlayan yıldızlar, her gece duaların ve umutların simgesi olarak, bu masalı hatırlatır, Allah’ın merhametinin sonsuzluğunu yeryüzüne ilan ederlermiş. Böylece, iyilik dolu kalpler, Allah’ın rahmetine sığınarak, yaşamın her köşesini aydınlatmaya devam etmiş; masalımız da, hiçbir zaman silinmeyecek bir efsane olarak dilden dile dolaşır, gelecek nesillere ışık tutarmış.

Masallardan sıkıldıysan çocuğuna ışık olacak
çocuk hikayelerine göz atmanın tam zamanı! Onlarca farklı kategori ve türde, yüzlerce çocuk hikayesini keşfetmek için butona tıkla.
Hikaye OkuCopyright Uyarısı
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir hikayeye yönelik izin alınması zorunludur.