Yayınlanma Tarihi
7/1/2025
Üyelere Özel İçerikler Yolda
Kocaman Bi' Site, yalnızca kullanıcılar için özel olarak sunulacak yayınlara başlıyor! Hemen kayıt ol ve şimdiden yerini kap. Beta süreci yalnızca ilk 500 kullanıcı ile yapılacaktır.
Topluluğun Bir Parçası Ol!
Bir varmış, bir yokmuş; evvel zaman içinde, göklerin en uç noktasına uzanan, yıldızlarla bezeli engin diyarların birinde, cesur yürekli küçük bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk, adı Tunç olan, umut dolu yüreğiyle ve bitmek bilmeyen merakıyla, eskilerin anlattığı masalları dinleyip, bir gün o masallarda bahsedilen gerçek kahramanlıkları yaşamaya niyetlenmişçesine büyümüş. Kasabanın eteklerinde, çalışkan insanların hüküm sürdüğü, doğanın cömertliğini hissettikleri o diyarın insanları, zaman zaman yeryüzündeki gizemli ve sihirli olaylardan bahseder, işte o sohbette, gökyüzünün derinliklerinde yaşayan efsanevi ejderhalardan söz açılırmış. Söylentilere göre, antik çağlardan beri bir arada yaşadıkları, ateş püskürten, zarif kanatlı, samimi ruhlara sahip ejderhalar, yalnızca en cesur yüreklerin izinde belirmişçesine ortaya çıkarlarmış. Ey, küçük dostlar, anlatılan bu öyküde, Tunç’un maceraları, masalların ötesinde gerçek değerlerin, cesaretin, dostluğun ve özverinin izlerini taşırmış; çünkü tunç gibi yürekler, insanlara umut aşılamış ve yaşamın anlamını yeniden keşfetmelerine vesile olmuş.
Geçmiş zamanın tozlu sayfalarında yer alan bu hikâyede, küçük Tunç, anne babasının anlattığı eski gün masallarını dinleyip, bir yandan kendi kalbinde yanan merak ateşini büyütmüş. Onun aklında hep; 'Bir gün ben de o efsanevi ejderhaları göreceğim, gökyüzüne kanat çırpan dostlarla el ele tutuşacağım' şeklinde düşündüğü söylenirmiş. Kasabanın etrafını saran yemyeşil ormanların, uçsuz bucaksız ovaların ve usul usul akan derelerin arasında, Tunç’un yaşadığı ev, ona her daim sıcaklık, sevgi ve macera umutları sunarmış. İşte o günde, hafif esen rüzgarın fısıldadığı, ağaçların yapraklarında dans eden gizemli ışık hüzmelerinin önünde, kaderin çizdiği o olağanüstü yolculuk başlamış. Dediğimize göre, her masalda olduğu gibi, bu masalda da iyilik ile kötülük arasında derin çatışmalar yaşanır, küçük kalplerin cesaretle büyüdüğü anlar, yıldızlara yazılırmış.
Bir gün, rengarenk çiçeklerin mis gibi koktuğu bir sabah, Tunç, evinin yakınındaki neşeli dere kenarında oynarken, aniden gökyüzünde parlak bir ışık belirmiş. Işığın ardında, kadim zamanlardan kalma, altın kanatları ve mavi pırıltılı pulları olan bir ejderha silueti gözüküp, bulutların arasından süzülüyormuşçesine görünmüş. Efsanelerin ötesindeki bu varlığın, aslında kendisine binlerce yıl önce masallarda bahsedilen, cesaretin ve sabrın timsali olan Ateşkan olduğuna inanılır, her ne kadar kimseler inansa da bambaşka duygu ve umutlarla dolarmış. Anlatılanlara göre, Ateşkan, evrenin en derin sırlarına vakıf, hem de dost eli uzatmaya hazır, yiğit ruhların bekçisiymiş. İşte o gün, Tunç, kalbindeki cesareti, merakı ve adelik duygusunu alarak, bu esrarengiz varlığın izini sürmeye karar vermiş. Kendisinin henüz küçücük adımlarıyla büyük maceralara yelken açacağının, evrenin bilinmeyen köşelerinde yeni dostlukların ve engin sırların var olduğunun farkında değilmiş.
Ormanda yankılanan kuş sesleri, esen hafif rüzgarın melodik uğultusu, toprağın ve yaprakların kokusu, Tunç’a eskiden beri var olan bir çağrıyı andırıyormuş. Ruhu, gizem dolu bu çağrıya cevap verircesine titrer, içinde bir şeylerin değişmek üzere olduğuna inanırmış. Kasabanın yaşlı bilgesi, her daim masallarda bahsedilen iyilik ve güzelliğin izlerini, tüm canlılarda arar, minik yüreklere umut aşılamaya çalışırmış. İşte onlar böyle; Tunç ve çevresindeki herkes, gökyüzünün koynunda saklı, bilinmeyen maceraları yaşamaya hazır olduğunu düşünüp, geçmişin izlerini geleceğe taşımak için sabırsızlanırlarmış.
İşte o sabah, Tunç’un hayatında başka hiçbir günün yaşanmamışçesine, kaderin iplerinin ince ince dokunduğu, yepyeni bir maceranın habercisi olan ilk adımlar atılmış; gökyüzünün, rüzgarın, ağaçların ve suskun dağların fısıldadıkları eski hikâyelerin sessiz yankısında, küçük yüreğin kocaman umutlara sarılmasıyla, masalların ötesinde eşsiz bir serüven başlamış.
Yapay zeka destekli masal oluşturucumuzu denedin mi?
Hemen Test Et![]()
Tunç, o sabah evinin penceresinden içeri süzülen altın ışıklarıyla uyanmış; içi tarif edilemez bir heyecanla çarpmış, zira tüm kasabanın halkı, o günün diğer günlerden farklı olduğunu söylemişçesine fısıldarmış. Eski atalarından kalan, deri kaplı haritalarda ve eski kitaplarda anlatılan gizemli işaretlerin doğru olduğuna inanır, kalbinde taşıdığı macera arzusu, göklerde sessizce süzülen ejderhaların varlığını teyit edercesine büyürmüş. Evinin yakınındaki küçük mescidin minarelerinden yükselen ezan sesleri arasında, Tunç, kalemine dokunan sessiz hayallerle, uzak diyarlara, devasa ormanlara, uçsuz bucaksız gök kubbelerine doğru bir yolculuğa çıkmayı arzulamış.
Tunç, yaşlı bilgenin anlattığı eski masalları hatırlarmış; duyduğu her sözü büyük bir dikkatle dinlemiş, her kelimenin ardında yatan derin anlamı düşündüğüne inanırmış. Masallarda, cesaretin, arkadaşlığın ve özverinin, en karanlık anların bile aydınlığa kavuşmasına vesile olduğundan bahsedilirmiş. Kırsal yaşamın sunduğu sadelik içinde, Tunç, yüreğinde taşıdığı bu umut ve inançla evinden ayrılmaya karar vermiş. O gün, doğanın uyanışının seslerini dinler, her ağacın yaprağında antik gizemlerin çağrısını hissedercesine ilerlemiş. Yürürken ayağını taşıyan, minik toprak yollar, eskilerin izlerini, kaybolmuş medeniyetlerin sırlarını taşıyormuşçesine fısıldarmış.
Yolculuğunun başında, Türkiye’nin derinliklerinde unutulmuş gibi görünen, ama kalplerde el değmemiş o eski efsanevi menzile doğru ilerlerken, Tunç’un gönlünde aynı anda hayranlık, korku ve umut gibi bir duygusal fırtına kopmuş. Rüzgar, ağaçların arasında dalgalanır, hafifçe savrulan yaprakların sesi, eski hikâyelerin yankısını andırırmış. Efsanevi Ateşkan’ın varlığının izlerini ararken, incecik izler bırakmış; derin yarıkların, eski taşların üzerinde beliren, parıldayan sembollerin hepsi, onun için adeta birer pusula işlevi görmüş. Kimi zaman, ormanın derinliklerinde, su kenarlarından yansıyan ışık hüzmeleri şeklinde, kimi zaman da, eski kaya duvarlarına kazınmış sembollerle karşılaşmış.
İlerledikçe, kısa süreliğine olan umut ve inancın, yanındaki dostları arasında paylaşıldığını görmüş. Kasabanın diğer çocuklarından bazısı, maceranın yankısını duymuş, küçük kalplerinde aynı heyecanı ve cesareti paylaştıklarına inanırmış. Fakat Tunç, bu yolculuğun yalnızca kendisi için olmadığını; aynı zamanda, sevgi ve dostluk dolu yüreklerin birleşmesiyle, evrenin en derin sırlarının ortaya çıkacağına inanırmış. Yüreğinde, belki de yüzyıllar boyunca anlatılan eski masalların özünü, geleceğe taşımak üzere kendini adadığı hissiyatı ile, her adımında kararlıymışçasına ilerlemiş.
Yolculuğu sırasında, ormanın kıvrımlarında yaşayan, mistik varlıklar diyarından gelen, konuşurcasına fısıldayan sesler duymuş; bazıları, eski dilin kelimelerini, bazıları ise kuş cıvıltılarıyla anlattığı kadim efsaneleri hatırlatırmış. Ruhu adeta masalların sayfaları arasında kaybolur, her adımında yeni bir hikâyenin kapıları aralanırmış. Gündüzün parıltısı, gecenin yıldızları kadar parlak bulunur, her şey adeta bir düş gibi gözükür, yeniden canlanırmış. Tunç,, kalbindeki o tarifsiz heyecanla, yüreğinde yanan umudu her daim canlı tutarcasına; geçmişin bilgeliğini ve geleceğin umutlarını birlikte taşır, her adımda doğanın kucağında gizemli izlere rastlarcasına yürümüş.
Kimi zaman, geniş ovalarda tek başına, devasa ağaçların gölgesinde dinlenirken, kimi zaman da, eski harabelerin arasında yılların sessiz anlaşılması hissedilirken, Tunç’un aklına hep; 'Cesaret; aslında kalpte taşıdığımız, en derin sırların kilididir' şeklinde düşüncelerin düştüğü söylenirmiş. Kendi içindeki bu cesur ruhun, gözlerinden yansıyan umudu görmek, etrafı saran ağaçların fısıltısı eşliğinde, her yeni adımında bir kez daha sevinçle karşılanırmış. Böylece, küçük yürek, evrenin en derin sırlarının ve en eski efsanelerin izinde, gökyüzüyle yerin kucaklaştığı, yıldızlarla süslü devasa bir masalın tam ortasında, kendi kahramanlık serüvenini yaşamaya başlamış.
![]()
Tunç, ormanın derinliklerine doğru yürürken, adeta her adımında dünyaların sırlarının yeniden açığa çıktığını, yeryüzüne düşen her toz zerresinin bir zamanlar anlatılan eski hikâyelerin parçası olduğunu hissedermiş. Yolculuğu sırasında, rüzgarın fısıldadığı, kuşların neşeyle cıvıldadığı o huzur dolu anlarda, kalbinin derinliklerinde yeryüzünün en eski ve en bilge yaratıkları olan ejderhaların hikâyeleri canlanırmış. İşte o esnada, göz alabildiğine uzanan vadiler ve devasa dağ sıraları arasında, sislerin ardında parıldayan eski kalıntılar arasında, birdenbire bilinmezliklerin ötesinden ağır ağır süzülen devasa bir gölge belirmiş. İlk başta bu gölge, neredeyse hayaletvari, sanki varlığına inanılmaz bir mistisizm yüklenmişçesine gözükmüş; fakat sonra o gölgenin, hakikaten de efsanelerin ötesinde bir varlık olduğunun sinyallerini vermiş.
İşte o an, Tunç’un kalbinde tarifsiz bir heyecan kopmuş; sanki uzun zamandır beklenen bir davetin, sessizce yankılandığı bir melodiymiş gibi, ruhunun derinliklerini dolaşırmış. Bir süre sonra, gökyüzünün derinliklerinden süzülen, altın renkli pulları ve kudretli gözleri olan Ateşkan görünmüş. Ejderhanın görkemi, öyle büyüleyici ve esrarengizmiş ki, ona bakan tüm canlılar, eski efsanelerin anlatıldığı masalların bir parçasıymışçasına hissederlermiş. Ateşkan, yüzyıllardır insanlara yardım eli uzatmak üzere, en cesur kalplerin yanında yer alır, kötülüğe karşı direnişin simgesiymişçesine sözler dökülürmüş.
Ateşkan’ın gelişiyle birlikte, evrende eski düzenin yeniden tesis edilmeye başlanacağına dair müjde varmışçasına, ormanın her köşesinde, dağların her doruğunda bir umut çiçeği açılırmış. Tunç, ejderha ile göz göze geldiğinde, adeta kendisinin de kalbinde sakladığı o masalsı umudun yeniden alevlendiğini görmüş; her iki yürek, eski çağların bilgelğini ve geleceğin ışığını paylaşırmışçasına, sevgi dolu bir dostluğa adım atmış.
Gizemli ormanın derinliklerinde ilerlerken, birbirinden farklı ve olağanüstü yaratıklarla karşılaşmışlar. Küçük serçelerin gıdıklayan cıvıltıları, çalıların arasından süzülen renkli kelebeklerin dansı, eski zamanlardan kalma kayaların üzerinde parıldayan yosunlar, hepsi adeta birer işaret gibiydi. Bazı ağaçların yapraklarına düşen ince damlalar, sanki gökyüzüyle yerin arasında kurulmuş gizli bir geçidin bulunduğunu müjdeliyormuşçesine olurmuş. Tunç, bu geçidin izini sürerken, Ateşkan’ın kudretli kanat sesini duymuş; devasa yaratığın, gökyüzüne doğru taşıdığı her bir melodi, evrenin en eski sırlarının kapılarını aralarcasına yankılanmış.
İlerleyen saatlerde, kasabanın yaşlılarının anlattığı eski masallarda adı zikredilmiş, kötülüğün ve karanlığın temsilcisi olan Kara Gölge’nin izlerine rastlanmaya başlanmış. Bu Kara Gölge, eski zamanlardan beri tüm iyiliğe musallat olmak isteyen kurnaz ve acımasız varlıkların sembolü olarak anlatılırmış. Efsanelere göre, Kara Gölge, kalplerdeki umut kırıntılarını toplamış, kötülüğün en derin dehlizlerinde gizlenmiş, karanlık planlarını gerçekleştirmek için sabırsızlanırmış. Tunç, Ateşkan ile birlikte, bu kara güçlere karşı durabilecek, kalbinin en derin köşelerinde taşıdığı cesaretle tüm kötülükleri alt edebileceğine inanırmış.
Ormanın derinliklerinde ilerledikçe, karşılarına çıkan her engel, ikiliye, kalplerindeki dostluk ve inancın ne kadar sağlam olduğunun altını çizercesine, yenilendiğini hissettirmiş. Bir yandan, Ateşkan’ın devasa kanatlarının gökyüzünde açtığı zarif izler, diğer yandan, Tunç’un küçük ama kararlı adımları, evrenin en eski ve en kutsal sırlarını gün yüzüne çıkarırmış. O anlarda, her yıpranmış taştan, her solgun yapraktan, eski çağların bilgeliğinin yankıları duyulur, zamanda silinmiş öykülerin melodileri kalplerde yeniden hayat bulurmuş.
Tunç ve Ateşkan, birlikte yürüdükleri o uzun ve zorlu yolda, eski medeniyetlerin izlerini taşıyan antik tapınaklar, yıldız tozuyla kaplı gizemli alanlar ve uzayın derinliklerine açılan portallar keşfetmişler. Her adımda, bir masalın sayfalarını orada bulur, evrenin en derin sırlarına dokunurlarmış. Kimi zaman, eski harabelerin arasında gizlenmiş, ışık saçan sarnıçlarda, kimi zaman da, devasa uzay gemilerinin kalıntıları arasında, geçmişin izlerini sürerken, bir yandan da geleceğin umut dolu ışıklarını fark ederlermiş. İşte o anlarda, maceranın her bir zerresi, Tunç’un yüreğinde taşıdığı cesaretle birleşir, evrenin derin sırrı, ufukta beliren yıldızların dansı ile, yeniden can bulurmuş. Böylece, hem yeryüzünde hem de uzayın sonsuzluğunda, eski masalların, kuşaktan kuşağa aktarılan öykülerinin izini süren bu kahramanlık serüveni, iyiliğin zaferine adım adım yaklaşır, umut dolu bir geleceğin müjdesini verircesine ilerlemiş.
![]()
Işık ve gölge oyunlarının, yıldızların ve sislerin dans ettiği o görkemli akşamüstünde, Tunç ile Ateşkan, kaderin ince iplerine bağlı sır dolu bir yolculuğa devam edermiş. Yolculukları sırasında, karşılara çıkan her engel, evrenin deneyimlerinden bir parça taşıyormuşçasına, yüreklerindeki cesaretin sınırlarını zorlar, dostluklarının gücünü pekiştirirmiş. O gün, gök kubbeleri altındaki antik bir tapınağın kalıntılarında, eski tanrıların heykelleri arasında, Kara Gölge’nin karanlık mesajlarının ilk izlerine rastlanmış. Bu mesajlar, sanki zamana meydan okurcasına, aklın en derin köşelerine korku salarmış; fakat Tunç ile Ateşkan, yürekteki sarsılmaz inançları ve dostluklarının sıcaklığını hissederek, karanlık çağların gölgesine meydan okumaya karar vermişler.
Tapınağın harabeleri arasında gezinirken, rüzgarın taşıdığı eski duaların yankıları, her bir taşın üstünde titreyen yazıtlardan okunurmuş. Eski çağlarda, bu kutsal mekanın, karanlık güçlerin pençesinden kurtulması için kutsal bir söz verildiği, inananların yüreklerinde umut tohumları ekildiği anlatılırmış. Tunç, o kutsal yazıtların arasında kaybolmuşçasına, kalbinin derinliklerinde atılan her bir nabzın, geçmişin ve geleceğin birbirine karıştığı o büyülü anlara şahitlik ettiğini düşünürmüş. Karanlık güçlerin, Kara Gölge’nin uğultusunun, eski duvarlardan yavaşça sıyrılıp geldiğini hissederken, o eski sözlerde gizli olan, iyiliğin ve cesaretin zaferini anlatan mesajı fark ettirmiş.
İşte o an, geçmişin öyküleri ve geleceğin umutları arasında, Tunç’un yüreği, sanki yıldız tozuyla kaplanmış bir masalın kahramanıymışçasına parlamış. Ateşkan, devasa gözleriyle etrafı tararken, kalbinin derinliklerinden gelen o kutsal korumanın varlığını hissettirir, küçük dostuna, 'Korkma, çünkü her şey aşılacak, her karanlık sonunda aydınlığa kavuşacak' dercesine bakarmış. Böylece, eski tapınağın kalıntılarında, yarım kalmış duaların ve unutuşa yüz tutmuş ritüellerin arasında, iki yüreğin, karanlık zamanlarda bile umudu yeşertmeye yemin ettikleri görünür olmuş.
Devasa kaya bloklarının arasında ilerlerken, Tunç ve Ateşkan, zamanın durduğu, geçmişin ve geleceğin iç içe geçtiği bir odada kendilerini bulmuşlar. Bu odanın duvarları, eski uygarlıkların ezgilerini, yıldızların öykülerini anlatır, her bir taş üzerindeki o ince oyuklar, binlerce yıl öncesinin bilgeliğini gözler önüne serermiş. Orada, eski bir levha üzerinde, 'Bir yürek cesaretini dışarıya açarsa, bütün evren ona aynısını fısıldar' yazan bir söz kazınmış bulunmuş. Küçük kalbi, bu kutsal söze dokunurcasına, ışık saçan parıltılarla dolup taşarken, Tunç, hayatının en büyük macerasının, iyiliği ve cesareti zaferle karşılayacağı kıyamet anı olduğunu hissetmiş.
O anlarda, odanın içerisindeki sessizlik, eski zamanlardan süzülen bir melodinin yankısı gibiydi; hem de öyle büyüleyici, öyle dokunaklı ki, her iki yüreğin, maneviyatla dolup taşan o anı paylaşması, yeryüzünün ve gökyüzünün eşsiz uyumunu yansıtırmış. Karşılarındaki karanlık güçlere meydan okurcasına, Tunç’un içinde taşıdığı o saf inanç ve dostluk ateşi, odadaki toz zerrelerine dahi umut serpmiş. O gece, yıldızlar kadar parlak bir sessizlik içinde, evrenin her yerinde var olan eski bilgilerin fısıldadığı o dokunaklı öykü, iki yüreğin; küçük bir çocuğun, yüzyıllara meydan okuyan cesaretinin ve bir ejderhanın, binlerce yıl süren dostluğunun simgesi haline gelmiş.
Göğün alacakaranlıkta titrediği o anlarda, Kara Gölge’nin uğultusu yeniden duyulmaya başlanmış; ancak Tunç ile Ateşkan, bu uğultunun, eskilerin lanetlerini değil, yeni başlangıçların habercisi olduğunu bilirmiş. İki yürek, karanlığın ortasında parlayan bir umudun sembolü olmuş, her adımda, iyiliğin her daim kazanacağına dair sessiz bir inancı dünyaya yayarmış. Böylece, eski tapınağın harabeleri arasında başlayan bu destansı serüven, hem doğanın hem de kozmosun derinliklerinde yankılanan, karanlıkla aydınlığın, kötülükle iyiliğin ebedi mücadelesine yeni bir soluk getirmiş.
![]()
Masalın sonuna doğru, Tunç ile Ateşkan, yüreklerindeki cesaret ve dostluk ateşiyle, sonunda Kara Gölge’nin karanlık planlarını boşa çıkarmışlar. Uzayın derinliklerinden gelen melodik ışıklar, yeryüzünü saran sisleri dağıtmış, eski medeniyetlerin bilgeliğiyle dolu o kutsal tapınağın harabeleri yeniden aydınlanmış. Küçük Tunç, artık sadece bir çocuk değil, etrafına ilham veren, dostluk ve cesaretin sembolü haline gelen büyük bir kahramanmışçasına, kasabasına ve yüzyıllardır hatırı süzülen masallara adını altın harflerle yazdırmışçesine dönmüş.
Efsanevi ateş püskürten ejderha Ateşkan, artık her daim küçük kahramanının yanında yer alır, göklerin ötesinde yankılanan eski hikâyelerin, yeni nesillere umut ve inanç aşılayan bir meşale gibi parlamaya devam etmiş. Kasaba halkı, Tunç’un macerasını dinlerken, her zaman cesaretin, sevginin ve sadakatin en karanlık geceleri aydınlatacak en parlak yıldız olduğunu hatırlamış; küçük yüreklerin, büyük düşlerin gerçeğe dönüşebileceğine dair inançları pekişmiş.
Zaman akıp giderken, gökyüzü bir masal kitabı gibi sayfalarını açar, her yeni gün, yeni umutların, yeni dostlukların habercisi olurmuş. Tunç, artık sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmamış, geleceğin de parlak yüzünü inşa eden bir derviş misali, kalbinde taşıdığı o eski masalın öyküsünü, yeryüzünün ve uzayın dört bir yanında yankılandırmaya devam etmiş. Şöyle derlermiş; 'Cesaret, içimizde saklı duran ve yeter ki keşfedilecek kadar parlak olan bir ışıktır.'
Masalın sonunda, her bir dinleyen, sevgi, umut, dostluk ve cesaretle yoğrulmuş bu öyküden ilham alır, kalplerinde yeniden eski zamanların güzelliklerini ve geleceğin umutlarını yeşertmeye başlamış. Böylece, gökyüzündeki ejderha Ateşkan ve küçük kahraman Tunç, yüzyıllar boyunca anlatılacak, yeni nesillere yaşamın en değerli derslerini fısıldayacak öyküler haline gelmiş. Her bir kelimesinde, her bir adımında; dostluğun, inancın ve cesaretin zaferle taçlanmasının, evrensel bir gerçek olduğunu hatırlatır, geleceğe umut dolu bir mesaj bırakırmış.
Ve işte, gökyüzünde süzülen, devasa ejderha ile yeryüzünde yürüyen, yürekleri umut ve cesaretle dolu o iki kahramanın öyküsü; nesilden nesile aktarılır, kalplerde yaşamaya devam edermiş. Küçük dostlar, bu öykü, her zaman hatırlanır; iyiliğin hiçbir zaman yenilemeyeceği, dostluk ve cesaretin her türlü karanlığı alt edebileceği inancıyla, sizlere de yaşanacak en güzel masallardan biri olarak aktarıldığı söylenirmiş.

Masallardan sıkıldıysan çocuğuna ışık olacak
çocuk hikayelerine göz atmanın tam zamanı! Onlarca farklı kategori ve türde, yüzlerce çocuk hikayesini keşfetmek için butona tıkla.
Hikaye OkuCopyright Uyarısı
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir hikayeye yönelik izin alınması zorunludur.