Şehrazat’ın kardeşi Dünyazat, hem merakının heyecanı hem de Şah Şehriyar’ın merakıyla “Ablacığım, anlatacağın yeni masal için akşamı zor ettim. Öyle güzel anlatıyorsun ki insan hep gece olsun ve sözlerin hiç bitmesin istiyor.” demiş. Şehrazat da ömrüne bir gün daha eklemek istercesine “Şayet Şah’ımız da dilerse size öyle bir masal anlatacağım ki “Bu masallar şimdiye dek hangi kuyularda, mağaralarda ve hatta yerin kaç kat altında, kaç kat üstünde saklanmış ki böyle biz böylesini daha önce hiç duymamıştık, dahası yok mu?” diyeceksiniz.” demiş. Şah Şehriyar da hem merakına hem Şehrazat’a olan sevgisine yenik düştüğünden “Söyleyen dil senin, dinleyen kulak bizimdir. Bu gece de anlatman için canını yine bağışlıyorum. Anlat ey masal kadın!” demiş. Ve Şehrazat da başlamış anlatmaya.
Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın sevdiği kulu çokmuş. Ülkenin birinde, üstelik en güzel yerinde, bir adam ve karısı, bir de bebekleri altın sarısı, mutlu mesut yaşarlarmış. Oğullarına adı gibi güçlü ve kuvvetli olsun diye Oğan adını vermişler. Adam tüccarmış ve dünyayı dolaşırmış. Gittiği her yerden de karısına kumaşlar ve takılar, çocuğuna da türlü türlü çikolatalar ve oyuncaklar getirirmiş. Ama çocuk en çok da babasının getirdiği zeka oyunlarını severmiş. Bilmecelere, bulmacalara, labirentli oyunlara bayılırmış. Hele de babasının Mısır’dan getirdiği sihirbazlık oyunları Oğan’ın en gözde oyuncakları arasında yer alırmış. Yaptığı küçük numaralarla arkadaşları arasında Sihirbaz Oğan diye nam salmış. Saklambaç oynadıkları zaman kimse Oğan’ı bulamazmış. Çünkü Oğan adeta görünmez olur ya da girdiği her ortamın rengini alan bukalemunlar gibi saklandığı yerde hiç belli olmazmış. Tabi bu da zamanla arkadaşlarının onu oyuna almamasına sebep olmuş. Annesinin her gece ona uyumadan önce okuduğu masallardan öyle çok etkilenirmiş ki masal bitene dek gözünü dahi kırpmazmış. Ve zamanla kendine kitaplardaki kahramanlardan arkadaşlar edinmiş. Define maceraları, korsan gemiler, gizemli mağaralar Oğan’ın her zaman ilgisini en çok çeken şeyler olurmuş. Gel zaman git zaman Oğan büyümüş ve babası yakın çevrelere giderken hep onu da götürürmüş. Her defasında da gidiş ve dönüş yolunu değiştirirmiş ki hem birileri takip edemesin hem de oğlu etrafı avucunun içi gibi bilebilsin.
Günlerden birgün Oğan’ın babası tek başına gittiği diyardan dönerken yolda eşkıyalar önünü kesmiş ve tüm mallarına el koymuş. Adam direnince de adamı iyice bir tartaklamışlar. Adam en çok da karısına ve oğluna aldığı hediyelerin gidişine üzülmüş. Geriye adamın bir tek canı ve Oğan’a aldığı masal kitapları kalmış. Adamcağız güç bela bulabilmiş evin yolunu. Çünkü aldığı darbeler yüzünden şaşırır olmuş hep sağını solunu. Onu o halde gören karısı ve oğlu telaşla adamın yanına koşmuşlar. Karısı:
-Ne oldu sana bey, kim yaptı bunu? diye sormuş. Adam da güçlükle:
-Eşkıyalar kesti yolumu. Önce beni tartakladılar sonra da aldılar varımı yoğumu. demiş. Kadıncağız da:
-Olsun bey, sana bir şey olmamış ya, o da yeter. Zaten artık her yer eşkıya doldu, gündüzleri bile geceden daha beter. demiş. Oğan’sa yumruklarını sıkıp:
-Sana bunu yapanları cezalandıracağım babacığım, sen sakın üzülme. demiş. Adamcağız şefkatle okşamış oğlunun yanaklarını. Biraz mahcup uzatıvermiş yanında getirdiği kitapları. Başka da bir şey getiremediği için üzülmüş. Hep birlikte eve geçmişler. Kadın öncelikle kocasının yaralarını temizlemiş. Sonra da bir şeyler hazırlamak üzere mutfağa gitmiş. Evde pek de bir şey kalmamış ama onu ona katmış, suyunu bol tutmuş. Kendi yarı aç, oğlunu ve kocasını doyurup yatmış. Sabah olmuş, ne yapsam diye kendi kendine sormuş. Neyse ki tavukları yumurtlamış, keçisinden de birazcık süt sağmış. Biraz onlar doymuş biraz da keçinin yavrusu. Derken bitince hepsi, mecbur kesmiş tavuğu. Etini ayrı koymuş, suyunu ayrı; ama artık ne işler aynıymış ne de durumları aynı. Babası iyileştikten sonra yeniden başlamış ticarete. Ama eskisi gibi kazanamıyormuş artık. Yine de kıt kanaat geçinir olmuşlar. Adam her gelişinde kumaş da getiremez olunca eskiyen elbiselerini yamalamışlar. Yine de şükrediyorlarmış tabi hallerine. Oğan da farkındaymış durumun ve o da biliyormuş bunun başka olduğunu yolunun. Derken aklına annesinin anlattığı gökkuşağı hikâyesi gelmiş. Ona da dedesi anlatmış bu hikâyeyi. Bir inanışa göre gökkuşağının bittiği yerde büyük bir hazine saklıymış. Kim ki o hazineyi elde ederse ömrünün sonuna dek zengin yaşarmış. Ama gökkuşağı kaybolana dek dönemezse bir daha gökkuşağı çıkana dek de dönemezmiş giden kişi. Ve gökkuşağının bir daha da dünyanın neresinde çıkacağı belli olmazmış. Kolay değilmiş yani o hazineyi bulmak. Her rengi ayrı bir yolmuş, her yolu da başka başka yaratıklar tutmuş. Kiminde cüceler çıkarmış karşına kiminde devler. Yolun biri güneşe varırmış biri okyanusa. Korsan da çıkabilirmiş karşına ejderha da… Zaten öyle olmasa herkes kolayca elde edebilirmiş hazineyi. Denemek bedavaymış ama bedeli pahalı. Büyülü bir dünyaymış orası, bazen bineğin eşek olurmuş bazen de uçan bir halı.
Oğan her gün dua eder olmuş yağmur yağsın da gökkuşağı çıksın diye. Gelgelelim ne yağmur yağmış ne de gökkuşağı çıkmış. Oğan da babasıyla düşmüş yollara. Günlerden birgün yine eşkıya çıkmış karşılarına. Adam telaşlanmış ve oğlunu hemen ardına saklamış. Ama Oğan, “Telaşlanma babacığım, sen onları bana bırak.” demiş. Aklına hemen öğrendiği sihirbazlıklar gelmiş. Öyle bir numara yapmış ki onlara, eşkıyalar artlarına bile bakmadan kaçmışlar kayalıklara. Üstelik korkudan yanlarındaki malları bile almayı akıl edememişler. Pek bir keyiflenmiş Oğan. Baba oğul ıslık çala çala tutmuşlar evin yolunu. Annesi gözlerine inanamamış getirdiklerini görünce. “Bunlar bize en az bir yıl yeter.” demiş kadın. Darlık zamanlarında iyice tasarruflu olmayı öğrenmişler çünkü. O gece üçü de sevinç ve huzurla uyumuş. Sabah kalktıklarında Oğan bir de ne görsün, yağmur yağmış. Güneş biraz yükseldiğinde gökkuşağı çıkar kesin diye düşünmüş Oğan ve dediği gibi de olmuş. Hemen anne babasına durumu anlatıp kendisini merak etmemelerini istemiş. Anne babası karşı çıkmış önce; ama razı olmuşlar sonra da Oğan’ın kararlı olduğunu görünce. Sıkı sıkı tembihlemişler dikkatli olmasını ve bildiği şeyleri hiç unutmamasını. Koşar adım gitmiş Oğan gökkuşağına doğru ama nedense o gittikçe sanki gökkuşağı da gidiyormuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Yetişememiş bir türlü. Derken gökkuşağı da kaybolmuş zaten. Yorgun argın dönmüş eve. Ertesi sabahı beklemiş mecburen. Ya bir daha çıkmazsa diye de telaşlanıyormuş. Sabaha dek bir sağa dönmüş bir sola dönmüş. Uykuyla uyanıklık arası nice rüyalar görmüş. Sabahın ilk ışıklarıyla doğrulmuş yataktan ve havanın yine sabaha karşı yağmış olmasına çok sevinmiş. Sevincinden yemek bile yememiş ama annesi yanına koymuş bir şeyler. Oğan gökkuşağının çıkmasını beklerken yine ya yetişemezsem diye düşünüyormuş. Sonra okuduğu kitaptan bir cümle gelmiş aklına.
“İnanmak, en büyük sihirdir.”
Bu sözü defalarca tekrarlamış içinden ve bu gökkuşağı görünene dek sürmüş. Uçan halı gelmiş aklına ve halı uçuyorsa battaniye niye uçmasın ki diye düşünmüş içinden ve gözlerini kapatıp tüm gücüyle buna odaklanmış. “İnanmak, en büyük sihirdir.” diye mırıldanıp dururken birden havalandığını hissetmiş. Önce açmak istememiş gözlerini ama bir yandan da yüzüne çarpan rüzgârdan uçtuğuna eminmiş. Ta ki bir karganın sesini duyana dek açmamış gözlerini. Biraz daha dikkatli dinlediğindeyse karganın kendisine bir şeyler söylediğini fark etmiş. Kargalar hakkında çok efsane biliyormuş ve birer birer onlar gelmiş aklına. Karga ona kendisini takip etmesini söylemiş. Oğan, uçan battaniyesini nasıl yönlendireceğini tam bilemediğinden “Nasıl?” diye sormuş ve karga battaniyenin bir ucundan gagasıyla tutarak onu gökkuşağının ilk rengi kırmızıya dek getirmiş. Ve Oğan’ a şunları söylemiş:
-Belli ki sen de gökkuşağının dibindeki hazineyi arayanlardan birisin. Ama yedi rengi de tamamlamadıkça o hazineyi asla elde edemezsin. Sadece yedinci gün gökkuşağı yine aynı yerde doğar. Şayet bu yedi renkli yolu tamamlayamazsan kendini dünyanın öbür ucunda bulursun. İlk renk kırmızı ve yolları ejderhalarla kaplı. Unutma, akıl en büyük güçtür.
Sonra karga gak diye uçarak uzaklaşmış. Ve uçan battaniye tıpkı sönen balon gibi dalgalana savrula yere inmeye başlamış. Oğan o an vazgeçmek istemiş ama bunu ailesi için yapmak zorundaymış. Öyle bir yere düşmüş ki Oğan, her yer kıpkırmızıymış ve farklı olan sadece kendisiymiş. Oğan’ın macera serüveni böylece başlamış.
Bu metin kocamanbisite.com için özel olarak yazılmıştır. Ticari maksat taşıyan tüm diğer dijital ortamlar ve basılı mecralarda kullanımı, kopyası, atıfı yasaktır. Eğitim maksatlı kullanım için her bir içeriğe yönelik izin alınması zorunludur. İzinsiz kopyalamanın tespiti durumunda uyarı verilmeksizin hukuki yollara başvurulacaktır.