Güneş, Mercan Kayalıkları'nın üzerinde parıldayan altın bir toz gibiydi. İpek, uzun, dalgalı saçlarını rüzgara bırakarak kayalıkların ucunda dans ediyordu. Kelebek kanatları gibi rengarenk bir elbise giymişti. Gündüzleri, Kelebekler Ülkesi'nin sevimli prensesiydi. Bütün gün kelebeklerle oyun oynar, çiçeklerden taç yapar, gül kokularıyla dolu bahçelerde koşuştururdu. Ama güneş batar batmaz, İpek'in hayatı bambaşka bir maceraya dönüşürdü. Kayalıkların dibindeki gizli mağaraya doğru yürüyordu. Mağaranın girişinde, parlak, sedef gibi pullarla kaplı bir kapı duruyordu. İpek, bu kapıyı açtığında kendisini, ışıklarla dolu, muhteşem bir sualtı sarayında bulurdu. Bu, geceleyin hüküm sürdüğü Sualtı Ülkesi'ydi. Burada, inci taneleri gibi parıldayan pullarla kaplı balıklara, müzik yaparak dans eden deniz yıldızlarına ve gizemli mağaralarda yaşayan dev ahtapotlara hükmediyordu. İpek'in iki dünyasında da çok sayıda arkadaşı vardı. Kelebekler Ülkesi'nde, Minik, Pırıltı ve Gökkuşağı adlı üç sevimli kelebek; Sualtı Ülkesi'nde ise, Deniz Yıldızı, Ahtapot ve Mercan adında üç sadık arkadaşı vardı. İpek, her iki dünyasında da değerli hazineler topluyordu. Kelebekler Ülkesi'nde, parlak renkli taşlar ve kokulu çiçekler; Sualtı Ülkesi'nde ise, parıldayan deniz kabukları ve pırıl pırıl inci taneleri. Fakat İpek'in odaları her iki dünyada da dağınık ve düzensizdi. Bir gün, Deniz Yıldızı, 'İpek, odanın bu hali berbat! Her yer dağılmış, eşyalar birbirine karışmış, inci taneleri her yere saçılmış. Bir prenses böyle yaşayamaz!' diye sitem etti. İpek, üzüldü. Deniz Yıldızı haklıydı. Kelebekler Ülkesi'ndeki odası da aynı derecede dağınıktı, çiçekler kuruyup solmuş, taşlar her yere saçılmıştı. İpek, arkadaşlarının söylediklerini düşünüp taşındı. O günkü görevini bitirdikten sonra, önce Kelebekler Ülkesi'ndeki odasını temizlemeye başladı. Önce tüm eşyalarını topladı. Parlak renkli taşları, küçük bir kutuya özenle yerleştirdi. Solmuş çiçekleri çöpe attı. Sonra da odasını sildi, süpürdü. Temiz ve düzenli bir oda, İpek'i çok mutlu etti. Ertesi gün, Sualtı Ülkesi'ndeki odasını da aynı özenle temizledi. Parıldayan deniz kabuklarını, güzel bir raf düzenledi. İnci tanelerini, güzel bir kutuya koydu. Odasını temizleyip düzenledikten sonra, İpek'in ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunu fark etti. Artık İpek, hem Kelebekler Ülkesi'nde, hem de Sualtı Ülkesi'nde düzenli ve temiz odalarına sahipti. Arkadaşları onunla gurur duyuyordu. İpek, öğrendi ki, eşyalarını toplamak ve düzenli olmak, sadece güzel görünmek için değil, aynı zamanda mutlu ve huzurlu olmak için de çok önemliydi. Bu sayede, İpek, iki dünyasında da daha mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeye başladı. Her iki ülkesinde de mutlu bir prenses olarak, arkadaşlarıyla birlikte güzel günler geçirmeye devam etti. Kelebekler ile dans etti, deniz yıldızlarıyla şarkı söyledi, ve her gece, parıldayan inci taneleriyle süslenmiş yatağında, tatlı rüyalar gördü. İpek'in iki dünyası da, düzen ve temizliğin getirdiği mutlulukla parıldıyordu. Ve böylece, İpek'in maceraları sonsuza dek devam etti.